14 Aralık 2014 Pazar

Oyun oynayalım mı?

Kendimi bildim bileli oyuncu bir çocuktum, oyunları hep çok sevdim.
Tabi bunun sporcu kimliğimle de yakından ilgisi olduğunu düşünüyorum. Maça çıkılan her spor bir oyun sonuçta, kuralları, taktiği, stratejisi, kazanma-kaybetme sorunsalı, bir başı bir de sonu olan...
Bizim evde zaten oyun eksik olmazdı. Annem ve babam da oynardı bizimle. Herkese göre oyun mevcuttu, yoksa da kendimiz uydururduk. Biz kardeşimle en çok satranç ya da bilgisayar oyunları oynardık. Sonra ailecek Monopoly. Aslında şimdi düşünüyorum da şu anda piyasada üretilen bütün karmaşık ve stratejik oyunlara ilham veren efsanevi bir oyunmuş Monopoly. Neyse...

Oyun oynamayı çok sevdiğim için oyuncu insanları da çok seviyorum. Bana "oyun" de bitti. Kendimden geçiyorum. O anda ne yapmaktaysam hemen bırakıp geliyorum.
Birileri oyun mu seviyor, tamamdır, bu insanı her hafta görmek istiyorum. Hayır ne kadar kibirli ve çekilmez biri olduğu umrumda değil, oyun seviyorsa çekerim.

Oyun oynamayı seven bir sevgiliye denk geldiğim için ayrıca çok şanslıyım. 
Yoksa oyun sevmeyen bir adamla ömür mü geçerdi? Benimki geçmezdi...

Daha Paris'e adımımı attığım ilk sene daha sonra hayatımın en tepelerinde yerini alacak İzmir'li bir kızla tanıştım. Sonra o gitti kendine bir sevgili yaptı. Sevgilisi hangi sektörde çalışıyordu dersiniz? Oyun tasarımı. Bunlar bir grup genius tip oturup birbirinden karışık, kazanmak için puan toplamak zorunda olduğunuz birden fazla parametreyi düşünüp oluşturuyorlardı. Şimdi şu anda bu tiplerin beyninin bir labirent gibi olduğunu hayal ettim nedense. Neyse...
Paris'te geçirdiğimiz ilk yılbaşıydı, hep beraberdik, onlar ve onların oyuncu arkadaşları...
Şahane bir yılbaşı yemeğinin ardından, hediye faslı, birbiri ardına patlayan şampanyalar, şarkılar, danslar ve oyunlar... Sabahın ilk saatlerine kadar oyun oynamıştık..
Camelot ve Citadelle ne zevkliydi !!! Camelot'un mora döndüğünde oyunun ritminin nasıl birden hızlandığını, kendini tam kazanıyor sanarken rengin birden değişip tüm hesapların tepetaklak olduğunu, hele hele Citadelle'de kendine bir personnage seçtikten sonra oturup lütfen katilin öldürdüğü ben olmayayım diye düşündüğümüzü hatırlıyorum.
L'or du Dragon nasıldı? O çetin pazarlıklarda en iyi arkadaşını kaybedebilirdi insan. Öyle...
Kusursuz bir yılbaşının tarifini o geceyle yapabilirim. Ne kadar çok eğlenmiştik. Yılbaşı yaklaşırken aklıma geldi. (Atlayıp gelsene yılbaşında, elimizde şampanya kadehleri, sabaha kadar oyun oynayalım...)

Bazı hafta sonları oyun günüdür, gecesidir bizde...
Bir arkadaşımız var ; her hafta yeni oyunlar satın alıp bize geliyor. Önce kendisi kuralları öğreniyor, ya da başkalarıyla oynuyor, sonra bize gelip oyunu tanıtıyor. Valla böyle arkadaş her eve lazım, hem oyunu gidip alacak test edecek deneyecek enteresan mı değil mi bakacak, sonra bize gelip anlatacak.

Dün oyun günüydü bizim evde. 5 kişiydik. 4 erkek bir de ben...
Fark ettim de, bu İzmir'li arkadaşım hariç çevremde oyun seven kadın yok. Erkeklerin beyni zaten kesin oyunlara yatkın olmaya baştan configüre ediliyor. Arada bir pazar araştırması yaptığım oluyor, yeni kadın oyuncular için.. Bazen sever gibi gözüküyorlar ama uzun vadeli istekli olmuyorlar. Ben yine de umutluyum, motive yeni kadın oyuncular bulacağım.

Şimdiiii, oyun sektöründe fazla kadın olmadığı için, hele hele benim gibi teknolojiyi de modern bir babaanne edasıyla kullanıyorsanız oyun oynamaya ilk oturduğunuzda erkekler sizi önce fazla ciddiye almıyorlar. Onlar birbirlerini kendilerine rakip olarak görüyorlar. Başta bırakın öyle düşünsünler.
Oyuncu yerinizi kendiniz oluşturacaksınız, başka yolu yok.

Dün yeni bir oyun getirmiş Laune. Sankt PETERSBURG. Gayet stratejik çok güzel bir oyun.
Tarımdan para kazanma, kazanılan parayla şehir binaları ya da aristokrat kişilikler satın alıp puan kazanma, daha sonra satın almış olduğunuz kişiliklerin özelliklerini arttıran yeni kartlar satın alıp hem puan hem para kazanmaya dayanan bir oyun.
Hiçbir oyuna onu tam olarak anlayarak başladığımı söyleyemem. Zaten bu Laune da kesin bazı yerleri zor anlayalım diye es geçiyor, oyunun sonunda genelde hiç duymamış olduğum bir kural ya da özellik keşfetmiş oluyorum.
Yani aslında ben ilk partinin sonunda oyunu anca anlamış oluyorum.
Ancaaak....
İkinci partide herkes benden korksun !!!
Korkuyorlar zaten, valla....
Bu Petersbourg oyununun ikinci partisine fırtına gibi bir başladım ki, kazanma hırsıyla yanıp tutuşan Laune masadaki diğer erkekleri fazla kaale almayıp rakip olarak beni görmeye başladı. Her adımı benim az önce yapmış olduğum hamleye karşı bir savunma, ya da bir saldırı şeklinde oldu. Sırf bana yenilmemek için extra effort sarfettiğine yemin edebilirim.
Sonuç: Oyunu ikinci bitirdim. Ben çok eğlendim. Laune da rahat bir nefes aldı.

Ondan sonra daha önceden oynadığımız ABYSS oyununa geçtik.
Abyss, değişik özellikleri, güçleri ve puanları olan personnage biriktirme oyunu. Oyunculardan biri önüne 7. adamı diktiği anda oyun sona eriyor. Puanlar hesaplanıyor.
Gururla söylemeliyim ki; bu oyundaki rekor skor 92 puanla bende. Çizelgemiz de var evet.
Evet efendimmm, Abyss oyununda kimse kusura bakmasın bunları dağıttım...
Allahımm bazı erkekler ne kadar kötü bir kaybeden !!! Yani resmen kaybetmeyi bilmiyorlar.
Ben kazanınca Laune'da bir açıklamalar, bir açıklamalar...
Yok efendim o onu öyle yapmasaymış ben bunu böyle yapamazmışım, o kartı önce o alacakmış ama yeterince incisi yokmuş, ben tabi bir önceki turda çok inci kazanmışım ondan o kartı alabilmişim yoksa aramızda çok az fark varmış ta bilmem ne !...
Bu ne ya !!!
Bizim buna halk arasında halamın şeyi olsaydı amcam olurdu derler !!!
Alabilseydin kardeşim o zaman o 7. kartı ! Ben kazandım işte, ne konuşuyorsun hala?

O değil de, benim zeki, analitik, scientific sevgilim hiç kazanamıyor yaaa... Valla.
Hatta biraz mızıkçı da. Onun turu geçiyor, iki adam oynuyor sonra bu çıkıyor, bir dakka bir dakka ben hamlemi geri alıyorum öyle değil böyle yapıcaktım, yok şu kadar para vermem gerekiyordu fazla verdim banka geri ödesin bilmem ne diye...
Hoppalllaaaa... Geçti borun pazarı çocum, deyince de kızıyor illa yaptırıyor.
Offf yaw valla erkeğin de mızıkçısı, kötü kaybedeni de bir tuhaf oluyor.
Yemin ediyorum, en temiz, en hızlı, hiç bekletmeden ben oynuyorum.

Zaten onların yaptıklarını ben yapsam, işte kadınlar böyle oynar zaten diye kesin yaftayı yapıştırırlar.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder